-
1 zaman
zaman [zɑmɑ(ː)n]1. subst Zeit f; Zeitalter n; GR Tempus n; Saison f; MUS, TECH Takt m;zaman eki Tempussuffix n;zaman kollamak die richtige Zeit abwarten;zaman öldürmek sich (D) die Zeit totschlagen;zaman zarfı GR Zeitadverb n;-e zaman vermek die Zeit erübrigen für;-in zamanı geçmek v/unp die Zeit ist vorbei für;-i zamana bırakmak der Zeit überlassen A;zaman geçtikçe, zamanla mit der Zeit;zamanında rechtzeitig;bu zamanda heutzutage;gel zaman, git zaman im Laufe der Zeit;az zaman sonra bald darauf;bir zaman(lar) einst, einmal;hiçbir zaman nie(mals);kimi zaman zeitweise, zuweilen;ne zaman? wann?;ne zamandan beri? seit wann?;o zaman damals; dann, in diesem Fall(e);zamanında zur rechten Zeit;zaman zaman von Zeit zu Zeit, dann und wann;zamanla yarışma Wettlauf m gegen die Zeit2. -diği zaman konj als; wenn -
2 açık
\açık vermek Defizit aufweisen, in den roten Zahlen stehenkasa açığı der Fehlbetrag in der Kasseülkenin doktor açığı der Ärztemangel des Landes2) Lücke f3) ( gemi)\açıklarda auf offenem Meeraçığa çıkarmak entlassenyüzündeki ifade sevincini açığa vuruyordu der Ausdruck auf seinem Gesicht verriet seine Freude1) ( kapalı olmayan) offen, geöffnet, auf\açık bırakmak offen lassen, auflassen\açık kapı bırakmak ( fig) sich einen Ausweg offenhalten, sich eine Hintertür offen halten\açık pencere önünde vor dem offenen Fenster\açık şehir pol offene Stadtgözünü \açık tutmak die Augen offen halten2) ( yol) freiyolu \açık olmak freie Bahn habençek \açıktır der Scheck ist nicht gedecktçok \açık bir film ein sehr freizügiger Film5) ( boş) leer, freikâğıtta \açık yer kalmadı es gab keinen leeren [o freien] Platz mehr auf dem Blatt7) ( vazıh) offen\açık konuşma zamanı artık gelmişti die Zeit war nun gekommen, offen zu reden8) aufgeschlossenher çeşit yeniliklere \açık olmak aufgeschlossen sein gegenüber allerlei Neuigkeiten9) ( renk için) hell\açık bir renk eine helle Farbe\açık sarı saçlı bir kadın eine Frau mit hellblondem Haar\açık tenli hellhäutig11) ( sarılmamış) lose12) (kamuya \açık, halka \açık, gizli olmayan) öffentlich\açık duruşma/oturum öffentliche Verhandlung/Sitzung13) \açık farkla önde olmak mit großem Abstand führen1) ( açıkça) offen\açık söylemek offen sagen\açık söylemek gerekirse, ... offen gesagt [o gestanden],...\açık vermek ( fig) sich verraten, sich anmerken lassenhiç \açık vermedi er ließ sich nichts anmerkenbirine \açık olmak jdm offen seinkapım sana her zaman \açıktır meine Tür ist immer für dich offen2) ( dükkân) offen, aufbu dükkân pazarları da \açıktır dieser Laden hat [o ist] auch sonntags offendükkân \açık mı? hat das Geschäft auf?gözlerini \açık tutmak (a. fig) die Augen offen haltenışığı \açık bırakma! lass das Licht nicht an!radyo \açık mı? ist das Radio an? -
3 aman
aman [-mɑːn] Hilfe!; Gnade!, Erbarmen!; ach bitte!; öfke, bıkkınlık zum Kuckuck!; uyarı Vorsicht! lieber nicht!; o weh!;aman (da) ne güzel şey! Donnerwetter, wie ist das schön!;aman Allahım hilf mir Gott!;aman beni rahat bırak! zum Kuckuck, lass mich in Ruhe!;aman bir daha yapmam verzeih, ich tu’s nicht wieder;aman (zaman) dilemek um Gnade bitten;aman efendim … stellen Sie sich mal vor!, also so was!;b-ne aman vermek jemanden begnadigen;b-ne aman vermemek jemandem keine Ruhe geben;aman vermez schonungslos;aman ne yaptım! o weh, was habe ich getan!;amanı zamanı yok da gibt’s kein Wenn und kein Aber -
4 boş
boş leer; Haus leer (stehend); Person, Taxi, Zeit frei; unbeschäftigt; Furcht, Worte sinnlos; Niete f (beim Loseziehen);boş bulunmak fig (einen Augenblick) abwesend sein;boş çıktı nichts gewonnen (beim Loseziehen);(eli) boş dönmek unverrichteter Sache zurückkehren;boş durmamak rührig sein;boş düşmek Frau geschieden werden (nach islamischem Recht);boş gezmek faulenzen; fam arbeitslos sein;boş gezenin boş kalfası Oberfaulenzer m;boş inanç Aberglaube m;boş söz dumme(s) Zeug;boş ver! mach dir nichts daraus!, egal!;-i/-e boş vermek sich (D) nichts machen aus;boş zaman Freizeit f;boş yere unnötig;boşa çıkmak sich nicht erfüllen, enttäuscht werden;boşa gitmek verpuffen, unnütz sein -
5 ara
ara skaşla göz \arasında ( fig) im Handumdrehen [o Nu]\arada bir ab und zu, hin und wiederbu \arada in der Zwischenzeit\aran birkaç yıl geçti es liegen einige Jahre dazwischen\ara vermeden pausenlos, ununterbrochen\ara vermek eine Pause machen, unterbrechen (-e)kısa bir \aradan sonra nach einer kurzen Unterbrechung6) ( ilgi)\araya girmek ( karışmak) intervenieren, sich einmischen; ( uzlaştırmaya çalışmak) vermittelnd eingreifenlaf \aramızda kalsın, ... unter uns gesagt,...
См. также в других словарях:
zaman vermek — bir iş için belli bir süre ayırmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
vermek — i, e, ir 1) Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm. Ö. Seyfettin 2) Bırakmak veya bağışlamak Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
zaman — is., Ar. zamān 1) Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım. Ö. Seyfettin 2) Bu sürenin belirli bir parçası, vakit Efendiler,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
zaman tanımak — 1) bir iş için yeterli zaman vermek 2) bitmeyen bir iş için süreyi uzatmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
salık vermek — 1) (birini veya bir şeyi) tavsiye etmek Dün akşam, bana bu kahveyi salık verdikleri zaman bütün gece sevincimden gözüme uyku girmedi. Y. K. Karaosmanoğlu 2) esk. (birini veya bir şeyi) haber vermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
ulaçlı birleşik zaman — is., dbl. Zarf fiil eki almış fiille bilmek, durmak, görmek, kalmak, vermek, yazmak fiillerinin oluşturduğu birleşik fiil: gidebilmek, yazadurmak, yapmayagörmek, bakakalmak, söyleyivermek, düşeyazmak gibi … Çağatay Osmanlı Sözlük
fiyat vermek — isteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek Ne fena fena bakar, ne de olmayacak bir fiyat verdiğim zaman homurdanır. S. F. Abasıyanık … Çağatay Osmanlı Sözlük
hakkını vermek — 1) gereğini bütün olarak yerine getirmek Bu yemeğin hakkını vermişsin. 2) birinin çalışmasının karşılığını gereğince değerlendirmek O öğretmen, öğrencilerin her zaman hakkını verir … Çağatay Osmanlı Sözlük
arka — is. 1) Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı, ön karşıtı Evin arkasında bahçe var. 2) Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi Çocuğun arkası ağrıyormuş. 3) Geri kalan bölüm, kısım Masalın arkası. Yazının arkası. 4) Art, peş 5) Otururken… … Çağatay Osmanlı Sözlük
gelmek — den, e, nsz, ir 1) Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı. B. S. Erdoğan 2) Geriye dönmek ... adamı Ödemiş ten aldım geldim, her masrafını çektim. N. Cumalı 3) Oturmaya, ziyarete gitmek Dün akşam amcamlar bize geldi.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
tutmak — i, ar 1) Elde bulundurmak, ele almak Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu. Ö. Seyfettin 2) Ele geçirmek, yakalamak Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı. Ö. Seyfettin 3) Avlamak Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz … Çağatay Osmanlı Sözlük